Dini ßiLgiLer

   
 


 

 

Ana Sayfa

ZİYARETÇİ DEFTERİ

Komik GörünTüLéR

dima MesaJ

YéNi YéNi

SanaL Darßé

Dokunamasamda sana...!!

FORUMM

dima$iiR

^^dima^^

OyuNLaR

MesajLaR

I Love You

KoPp

CanLı SohßeT

Var Mısın Yok Musun

(¯`•._.•[ CANIMIN İÇİNE]•._.•´¯)

Dini ßiLgiLer

GüzeL SözLeR

SohßeT

Koca KafaLaR

SéN U ßéN

RéSiMLi $iiR

SLiVQ

ÖZELLL

AiLé vé Cocuk

HİKAYE

$iFaLı ßiTkiLéR

KARI$ıK

RéSİMLéR

$iiR

YéNiLér

HaßérLér

YeniLiyoruz

VidéoLaR1

VidéoLaR-2

VidéoLaR-3

VidéoLaR-4

ÖLümSüZ KahramanLaR

GiTarisT

DuygusaL

dimanın Hikayesi

hey hey

RaPpp

köpLe uLeN

ArKada$LarıMm

HıMmM

Yeni sayfanın başlığı

ChaT SesLiLeR Giri$

msn

04.11.2008

S!K!LM!$

GüLaY ErgiN HocaM

Yeni sayfanın

HÊJA

DJ-K@R!ZM@

GériLLa SéwDaSı

SéSL! $iiR

DAMAR

Yeni

MéLéqiM

ÂN!MÂSYONLÂR

£moLaR RéSimLéri

ßÊ$ÎKTÂ$L!LÂR

Haßér

DÎSKO

$iiRrr

Gazete

LisTeMm

Galeri

Haberler

^^dima^^

Forum

CanLı MaC

__________

 


     
 

www.dostyurdu.com

ein Bild



ein Bildein Bild
Kuran-i Kerim Dinle
ein Bild

Sure İsmi

Media Player

Sure İsmi

Media Player

1-Fatiha Suresi

Dinle

50-Kaf Suresi

Dinle

2-Bakara Suresi

Dinle

51-Zariyat Suresi

Dinle

3-Al-i İmran Suresi

Dinle

52-Tur Suresi

Dinle

4-Nisa Suresi

Dinle

53-Necm Suresi

Dinle

5-Maide Suresi

Dinle

54-Kamer Suresi

Dinle

6-En'am Suresi

Dinle

55-Rahman Suresi

Dinle

7-A'raf Suresi

Dinle

56-Vakıa Suresi

Dinle

8-Enfal Suresi

Dinle

57-Hadid Suresi

Dinle

9-Tevbe Suresi

Dinle

58-Mücadele Suresi

Dinle

10-Yunus Suresi

Dinle

59-Haşr Suresi

Dinle

11-Hud Suresi

Dinle

60-Mümtehine Suresi

Dinle

12-Yusuf Suresi

Dinle

61-Saff Suresi

Dinle

13-Ra'd Suresi

Dinle

62-Cum'a Suresi

Dinle

14-İbrahim Suresi

Dinle

63-Munafıkun Suresi

Dinle

15-Hicr Suresi

Dinle

64-Teğabun Suresi

Dinle

16-Nahl Suresi

Dinle

65-Talak Suresi

Dinle

17-İsra Suresi

Dinle

66-Tahrim Suresi

Dinle

18-Kehf Suresi

Dinle

67-Mülk Suresi

Dinle

19-Meryem Suresi

Dinle

68-Kalem Suresi

Dinle

20-Taha Suresi

Dinle

69-Hakka Suresi

Dinle

21-Enbiya Suresi

Dinle

70-Mearic Suresi

Dinle

22-Hacc Suresi

Dinle

71-Nuh Suresi

Dinle

23-Mi'minun Suresi

Dinle

72-Cin Suresi

Dinle

24-Nur Suresi

Dinle

73-Müzzemmil Suresi

Dinle

25-Furkan Suresi

İMANIN ŞARTLARI 1-Allah'a İnanmak 2-Meleklere İnanmak 3-Kitaplara İnanmak 4-Peygamberlere İnanmak 5-Ahiret Gününe İnanmak 6-Kaza ve Kadere İnanmak İSLAMIN ŞARTLARI 1-Kelime-i Şehadet Getirmek 2-Namaz Kılmak 3-Oruç Tutmak 4-Zekat Vermek 5-Hacca Gitmek NAMAZIN ŞARTLARI 1-Abdest,Gerekiyorsa Boy Abdesti Almak 2-Elbiselerimizi Temizlemek 3-Örtünmek 4-Vakit 5-Kıbleye Yönelmek 6-Niyet Etmek 7-Başlama Tekbiri 8-Ayakta Durmak 9-Bir veya bir kaç ayet okumak 10-Rüku 11-Secde 12-Namazın Sonunda Oturmak ABDESTİN FARZLARI 1-Yüzümüzü Yıkamak 2-Kollarımızı Yıkamak 3-Başımızı mesetmek 4-Ayaklarımızı Yıkamak BOY ABDESTİNİN FARZLARI 1-Ağzımıza Su Vermek 2-Burnumuza Su Vermek 3-Bedenimizi Yıkamak TEYEMMÜMÜN FARZLARI 1-Niyet Etmek 2-Ellerimizi Temiz Toprağa Vurup,Yüzümüz ve Ellerimizi Mesetmek __________________________________________________________________________________ ISLAM HAKKINDA BILGILER
Müslümanlar, dünya nüfusunun dörtte birini olusturmaktadirlar. Islâmîyet bugün artik bes kitaya yayilmis vaziyettedir. Islâm Dininin Dünya Medeniyetine çok büyük katkilari olmustur. Islâm'i çesitli yönleriyle tanimak için bu dini çesitli yönleriyle tanitan muteber eserlere müracaat etmek gerekir. Bu küçük brosürde amaçlanan ise, Islâm Dininin itikat ibadet ve ahlak esaslariyla ilgili çok özet bilgiler sunarak bir ön fikir vermektir. Islâm: "Islâm", Arapça bir kelimedir. Kökü "baris" anlamina gelen "silm (selm)" kelimesine dayanir. Sözlükte itaat etme, boyun egme anlamina gelir. Herhangi bir zorlama olmaksizin gönülden ve içtenlikle Allah’a itaat etmek, O’na teslim olmak, emir ve yasaklarina kayitsiz sartsiz boyun egmek demektir. Islâm, Yüce Allah’in son Peygamber Hz. Muhammed’e vahiy yoluyla bildirdigi O’nun da insanlara ulastirdigi seylerin tümünü kabul ederek onlari yasamak, sözleri ve isleriyle onlari kabul ettigini göstermek, Allh’a ve Rasulüne itaat etmektir. Müslüman: Islâm Dininin kurallarina uyan, Islâm'in kurallarini hayata geçiren kimsedir. Iman: Sözlük anlami dogrulamak tasdik etmek bir seye tereddütsüz ve kesin olarak yürekten inanmak anlamina gelen iman, Islâmî bir deyim olarak Allah’a ve Hz. Muhammad’in Allah tarafindan haber verdigi kesin olarak belli olan seylerin dogru olduguna tereddütsüz inanmaktir. Imanin Esaslari: Peygamberimiz Hz.Muhammed; imanin ne demek oldugunu sorana: Iman, Allah’tan baska tanri olmadigina, Muhammed’in Allah’in kulu ve elçisi olduguna, Allah’in meleklerine, Kitaplarina, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kadere (Hayir ve ser her seyin Allah’in takdiri ve yaratmasiyla olduguna) inanmaktir" seklinde cevap vermistir. Peygamberimizin bu sözü, Islam’daki inanç temellerini göstermektedir. Simdi bunlara kisaca deginelim. 1. Allah’a Iman: Allah’in varligini, birligini, ezeli ve ebedi oldugunu, yani varliginin bir baslangici olmadigini ve ebediyken sona ermeyecegini, esinin, benzerinin, ortaginin, oglunun, kizinin olmadigini; varligi kendinden olup varligi için bir baska seye muhtaç olmadigini, yaratilmis olan seylerden hiç birine benzemedigini, dolayisiyla düsündüklerimizden ve hayalimize gelen seylerin hepsinden baska oldugunu; her seyi bildigini, herseyi gördügünü, her seyi isittigini, duydugunu, her seye gücünün yettigini, her seyi yaratanin O oldugunu ..Kisacasi, her türlü eksiklikten uzak oldu?unu ve her türlü eksiksizlik özelligine sahip oldugunu kabul etmek ve buna yürekten, tereddütsüz bir sekilde inanmak; ergenlik çagina ulasmis her akil sahibine farzdir. 2. Meleklere Iman: Allah’in yarattigi seyler, gözümüzle gördüklerimizden ibaret degildir. Göremedigimiz ve hakikatlerini bilemedigimiz ruhani ve nurani varliklar da vardir. Meleklerde bunlardandir. meleklerin varligini peygamberler ve ilahi kitaplar haber vermektedir. Bu sebeple onlari inkar etmek , Peygamberleri inkar etmek gibidir. Melekler yaratilisi, insanlarinkine benzemez. Onlarda yeme, içme, erkeklik, disilik gibi özellikler yoktur. Günah islemezler, Allah’in kendilerine verdigi görevleri yaparlar. Sayilarini Allah’tan baska kimse bilmez. 3. Kitaplara Iman: Allah, insanlara dogru yolu göstermek, onlari dünya ve ahirette mutlu kilacak ilkeleri bildirmek, akillariyla cevaplarini bulmalari imkansiz bazi konularda onlari aydinlatmak üzere Peygamberler göndermistir. Bu peygamberlerden bazilarina insanlara teblig edilmek üzere yol gösterici kitaplar indirilmistir. Allah Teâlânin Kitap göndermesi, sahifeler halinde baslamistir.Ilk sahifeler, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’e gönderilmistir. Sayilari henüz son derece sinirli olan, hayatlari ve iliskileri henüz kompleks hale gelmemis o zamanin toplumlarinin ihtiyacinin görülmesinde bu sahifeler yeterli olmaktaydi. Peygamberlerin getirdigi esaslarla ve bu esaslarin Isiginda insan aklinin faaliyetleriyle uygarlik ilerledikçe, insanlarin hayat ve iliskileri daha kompleks hale geldikçe Allah Teâlâ da daha kapsamli sahifeler ve kitaplar göndermistir. Ilahi kitaplar son kitap Kur’an-i Kerim’le zirveye ulasmis ve Kur’an-i Kerim ilahi korumaya alinmistir. Artik bundan sonra ilahi kitap gelmeyecek ve Kur’an-i Kerim kiyamete kadar insanligin rehberi olacaktir. Tevrat Hz. Musa’ya, Zebur Hz. Davut’a, Incil Hz. Isa’ya indirilen büyük kitaplardir. Müslüman, Allah tarafindan Peygamberlere indirilen kitaplarin hepsine inanir. Ancak bu kitaplardan, Allah’in indirdigi gibi hiç bir harfi bile degismeden günümüze kadar ulasan yegane ilahi kitap, sadece Kur’an-i Kerim’dir. Digerleri ise ya tamamen kaybolmus veya insanlar tarafindan degistirilmis; böylece asli sekillerini kaybetmislerdir. Bu yüzden bugün Kur’an-i Kerim’in disinda elde mevcut bulunan diger ilahi kitaplarda yer alan sözlerden hangilerinin Allah’a ait oldugu, hangilerinin ise insanlar tarafindan bu kitaplara sokuldugunu ayirdetmek mümkün degildir. Zaten Kur’an-i Kerim indirildikten sonra ilahi kitaplara ihtiyaç kalmamistir. Artik onlarin hükmü sona ermistir. Çünkü, yukari da da belirttigimiz gibi Kur’an-i Kerim, diger kitaplarinda ihtiva ettigi Allah’in birligine Peygamberlerine, kitaplarina, meleklerine, ahiret gününe iman; canin, malin, neslin, aklin ve dinin korunmasi gibi hak dinin temel esaslarini yeniden ve en mükemmel bir sekilde ortaya koymus, daha önceki kitaplarda da yer alan gerçekleri tasdik etmis, tahrif edilen hususlarin dogrusunu açiklamistir. 4. Peygamberlere Iman: Yüce Allah, insanlara kendi içlerinden seçtigi son derece yetkin insanlar araciligiyla dinini bildirmistir. Bu kimselere "peygamber" denir ki Allah ile kullari arasinda bir elçi demektir. Peygamberlik, Allah’in insanlardan diledigine verdigi bir görevdir. Çalismakla elde edilmez. Ilk Peygamber Hz. Adem son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) dir. Bu ikisinin arasinda pek çok peygamber gelip geçmistir. Sayilarini Allah’tan baska kimse bilmez. Bunlardan bir kisminin adi Kur’an’da geçmektedir. Her millete kendi diliyle konusan peygamberler gönderilmistir. Peygamberler de insandir. Bu bakimdan yeme, içme,uyuma, dinlenme,evlenme, hastalanma gibi beseri hususlarda diger insanlarla aralarinda bir fark yoktur. Bunlar peygamberler için bir eksiklik degildir. Ancak hepsinde mutlaka bulunmasi gereken ortak nitelikler sunlardir. Sidk (dogruluk), emanet (güvenilir olma), fetanet (çok zeki ve akilli olmak), teblig (bildirmekle yükümlü bulunduklari hükümleri insanlara anlatmak). Peygamberlerin , peygamberligini insanlara anlatmak için Allah kendilerine mucizeler vermistir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’e de böyle pek çok mucize verilmistir. Fakat O’nun en büyük ve sürekli mucizesi, hiç süphesiz ki Kur’an’dir. 5. Ahiret Gününe Iman: Allah’tan baska hiç bir varlik kadim ve ezeli degildir. Hepsi de Allah’in yaratmasiyla sonradan meydana gelmistir. Sonradan yaratilan seylerin bir de sonu vardir. Çünkü Allah’tan baska hiç bir sey ebedi ve baki degildir. Dünyanin da sonunun gelip düzeninin alt üst olmasindan yani Kiyametin kopmasindan sonra Allah’in emriyle bütün canlilar tekrar diriltilecektir. Buna öldükten sonra tekrar dirilme denir. Insanlar dünyada yaptiklari seylerden sorguya çekilecek, hakli haksiz ayirt edilecek, kimin kimde hakki varsa alinacak, herkes dünyada yaptigi iyilik ve kötülügün karsiligini mutlaka görecektir. Iste bütün bunlara inanmak da iman esaslarindandir. 6. Kadere Inanmak: (Hayir ve Ser; her seyin Allah’in takdiri ve yaratmasiyla olduguna) inanmak. Kader, Allah Teâlânin, ezelden ebede kadar olacak her seyi en ince ayrintilariyla bilip takdir etmesidir.Allah kullarina hayri da serri de serbestçe seçebilecegi bir irade vermistir. Insan iyiligi veya kötülügü kendi seçer. Onun seçtigini de Allah yaratir. Ancak, Allah Teâlâ, kulun kötülügü seçmesine razi degildir. Bu yüzden kullar kendi seçimlerine göre karsilik göreceklerdir. Iste, hayir ve ser her seyin Allah’in yaratmasiyla meydana gelmesinin anlami budur. Buna da inanmak iman esaslarindandir. Ibadetler: Namaz: Namaz, müslümanin günlük ibadetidir. Iman ettikten sonra müslümanin, yerine getirmekle yükümlü bulundugu farzlarin basinda gelir. Namaz, insani kötülüklerden uzaklastirir, manen olgunlasmasini saglar, ruhi melekelerini gelistirir, günahlardan arindirarak manevi huzura kavusmasini temin eder. Allah’a manen yakinlasmanin en önemli vasitalarindan biri olan namaz, Allah’in rizasini kazandirir. Günde münferit olarak veya cemaatle bes defa kilinan namaz, insana daima Allah’i hatirlatir. Müslüman, safak vakti kalkar ve ilk önce sabah namazini kilmak suretiyle Allah’i anarak güne baslar, gün ortasinda ögle namaziyla yine O’na yönelir, dünya mesgalelerinin kendisini iyice yordugu bir vakitte ikindi namaziyla yaraticisini unutmadigini gösterir, aksam namaziyla Allah’la olan ahdini yenileyerek gününü bitirir ve nihayet uykuya yatmadan önce tekrar Allah’in huzuruna durmak suretiyle O’nun yardimini dilemeyi unutmaz. Cuma günleri cemaatla kilinan Cuma namazi ile yilda iki defa dini bayram günlerinde kilinan bayram namazlari, müslümanlara, hep birlikte Allah’in huzuruna durma imkani verir. Böylece müslüman, bir taraftan dünyadaki islerini yürütürken öbür taraftan yaraticisiyla irtibatini asla kesmez, O’ndan uzaklasmaz, dünya ahiret dengesini saglamis olur. Abdest: Namaz kilabilmek için abdest almak sarttir. Abdest, yüzü dirseklerle beraber elleri yikamak, islak elle basi mesh etmek, topuklarla beraber ayaklari yikamaktir. Aslinda manevi bir temizlik olan abdestin maddi temizlik açisindan da büyük faydalari vardir. Gusül: Gusül, agiz ve burnun içi dahil hiç kuru yer kalmamak üzere tepeden tirnaga vücudun her tarafini yikamaktir. Cinsel iliskide bulunmus olanlarin, adet ve lohusalik halleri sona ermis bulunan hanimlarin gusül yapmalari gerekir. Ayrica en az haftada bir defa her müslümanin yikanmasi dini bir tavsiyedir. Islâm dini, temizlige büyük bir önem vermistir. Peygamberimiz: "Temizlik imanin yarisidir." buyurmustur. Müslümanin her seyiyle tertemiz olmasi, dini görevlerindendir. Bedenin, elbisesinin, oturup kalktigi ve ibadet ettigi yerlerin, yiyip içtigi seylerin temiz olmasi gerekir. Oruç: Niyet ederek tan yerinin agarmaya baslamasindan aksam günes batincaya kadar yeme içme ve cinsel iliskiden uzak durmak suretiyle tutulan orucun dinî ahlakî, sosyal ve sihhî bir çok yararlari vardir. Oruç tutan kimse sabretme, sikintilara gögüs germe, açliga susuzluga dayanma ve nefse hakim olma melekesi kazanir. Fakirlik ve yoksullugun ne demek oldugunu daha iyi anlar. Bunun sonucu olarak, sefkat, merhamet, baskalarina yardim etme ve insanlara faydali olma gibi yüce duygular kazanir. Elindeki nimetlerin kadrini bilir, israftan sakinmayi ögrenir. Insanin manen yükselmesini saglayan oruç, kisinin iradesini güçlendirir, baskalarina karsi, sevgi, merhamet ve yardim hislerinin gelismesini temin eder. Akil sahibi ve erginlik cagina gelmis her saglikli müslümanin tutmak zorunda oldugu oruç, bir aydir kamerî aylardan Ramazan ayinda tutulur. Zekat: Zekat, dinen zengin sayilan erginlik cagina gelmis akil sahibi müslümanlarin, mallarinin belli bir miktarini ki genellikle % 2,5 diger bir ifade ile kirktabirini seneden seneye fakir müslümanlara vermesidir. Zekat, sözlükte temizlik ve artma anlamlarina gelir. Çünkü günahlardan temizlenmeye ve malin bereketlenmesine vesiledir. Islâm, yoksula yardimi kisinin istegine birakmayarak zengin olan herkesin zekat vermesini zorunlu kilmistir. Çünkü zekat, Allah’in zenginlere ihsan ettigi malda, fakirlerin hakkidir. Zekat, Allah’in rizasini kazandiran, kisinin anlayisinda, malin, araç olmaktan çikarak amaç haline gelmesini önleyen, insanda baskalarini düsünme, merhamet ve iyilik gibi güzel duygulari gelistiren ve toplumsal barisi saglayan bir ibadettir. Hac: Islâm’in esaslarindan biri olan Hac, hac günlerinde Kabe’yi ve etrafindaki bazi kutsal yerleri usûlüne göre ziyaret ederek buralarda yapilmasi gerekenleri yerine getirmektir. Gücü yeten her müslümana ömründe bir defa hac yapmak farzdir. Hac; her yil, dilleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri farkli, fakat hedef ve gayeleri ayni milyonlarca müslümanin bir arada, hep birden ibadet edip Allah’a yönelmelerini, birbirleri ile tanisip kaynasmalarini, müslümanlarin dertlerini görüsüp ortak çareler üzerinde düsünmelerini saglar. Hac ibadeti esnasinda günlük giysilerinden soyunup ihrama giren müslümanlar, zenginlikle böbürlenmemeyi, insanlar arasindaki esitligi, ölümü ve öldükten sonra dirilisi unutmamayi fiilen yasar ve ögrenirler. Ihramli için konulan yasaklar, hiç kimseye, hatta haserelere bile zarar vermeme, yaratiklara sefkat ve merhamet, zorluklara sabretme melekesi kazandirir. Böylece Hac farizasini eda eden kimseler, Allah’a kulluk vazifelerini ifa etmis olduklari gibi çevresindekilere yararli olma, hiç degilse zarar vermeme aliskanligi kazanmis olur. [ ISLAM'A GIRIS ] Islâm’a giris, imanla gerçeklesir. Iman, Allah Teâlânin Hz.Muhammed'e indirdigi, o'nun da insanlara teblig ettigi kesin olarak belli olan seylerin tümüne tereddütsüz inanmak ve onaylamaktir. Imanin temelini, iste bu kabul ve onaylama olusturur. Müslüman olmak isteyen kisi bu kabul ve tasdikini "Sehadet ederim ki, Allah’tan baska tanri yoktur ve yine sehadet ederim ki Hz. Muhammed O'nun kulu ve elçisidir" mealindeki "Eshedü en la ilahe illallah ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh" cümlesiyle açiklar. Bu cümleye "Kelime-i Sehadet" denir. Iman, bilerek, isteyerek benimseyerek inanmaktir. Bir kimse kalben inanmadigi halde diliyle bu cümleyi söylese iman etmis olmaz. Kelime-i sehadeti söyleyen kimse, son ilahi kitap Kur'an-i Kerim'i bütünüyle benimsemis ve Allah’in son peygamber Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla bildirdigi, Onun da insanlara teblig ettigi her seyi tamamen kabul etmis demektir. Bu sebeple Allah’in varligina ve birligine imanin yaninda; meleklerin varligina Allah’in gönderdigi kitaplarin gerçek olduguna, peygamberlere, Ahiret gününe her seyin Allah’in takdiriyle meydana geldigine, kisacasi Kur'an-i Kerim'in ve peygamberimiz Hz. Muhammed'in kesin ve net olarak bildirdigi seylerin hepsine inanmak imanin sartidir. "Kelime-i Sehadet" bütün bunlari topluca kabul ve tasdik etmeyi ifade eden bir anahtar cümledir. Bu yüzden Kelime-i Sehadet, Islâm’a giris sözlesmesi yapmak gibidir. Bu sözlesmeyi yapan insan, Allah'a büyük bir söz vermis, O'nun emirlerini tereddütsüz bir sekilde kabul edip yerine getirmeyi,yasaklarindan kaçinmayi benimsemis olmaktadir. Kelime-i Sehadeti söyleyerek yaptigimiz sözlesmeye bütün mahlukat sahit oluyor. Sayet bu sözlesmeyi bozarsak, sözümüzden döndügümüze sahit olan veya bu sözlesmeye aykiri hareket ettigimize tanik olan yeryüzündeki ve gökyüzündeki her sey Allah’in huzurunda aleyhimize sahitlik edecektir. Ayrica, bu sözlesme ile müslüman toplumun bir ferdi haline gelmis oluyoruz. Müslümanlarla evlenme, zekat alma, verme, müslümanlarla her türlü dayanisma bu sözlesmenin kapsamina girmektedir. Iman etmek için kimse zorlanamaz. Islâm’a girmek isteyen kendi istegiyle girer. Iman etmeden önce arastirma yapilabilir, kafada olusan her türlü tereddüt ve süphenin cevabi aranabilir. Ancak iman ettikten sonra iyi bir mümin, iyi bir müslüman olabilmek için kalpten her türlü tereddüdü söküp atmak gerekir. Çünkü imanla tereddüt bir arada olmaz. Bu yüzden iman, insanin kalbinin derinliklerine öylesine kök salmali ki onu Islâm’a aykiri davranislardan alikoymali, onun zihniyetinin, ahlakinin ve davranislarinin Islâm’a göre sekillenmesine imkan vermeli. Islâm’a girmek için herhangi bir araciya ihtiyaç yoktur. Bir kimse yukarida belirttigimiz hususlara inanmak suretiyle kendiliginden Islâm’a girebilir.Bu hususta baskalari kendisine ancak bilgi vererek yardimci olabilirler. Islâm’a giren kimse kendisine, tam bir inanç berrakligi kazandiracak kaynaga ulasmis olmaktadir. Böylece önemli bir inanç degisiminden sonra ilk firsatta bir de gusül (boy abdesti) alinmalidir. Gusül ilerde tarif edilecektir. _____________________________________________________________________________________ HZ. MUHAMMED
Insanligi hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini saglamak üzere Allah Teâlâ tarafindan gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildigine göre 2I Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de dogdu. Islâm tarihi kaynaklari, Hz. Peygamber'in nesebi ta Hz. Adem'e kadar siralanan Secere tablolari ile belirlemislerdir. Bu kaynaklarda Hz. Peygamber'in yirminci göbekten atasi olan Adnan'a kadar ittifak edilmis, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazi farkliliklar ortaya çikmistir. Ama O'nun Hz. Ibrahim'in oglu Hz. Ismail soyundan oldugunda süphe yoktur. Buna göre Adnan'a kadar Rasûlullah'in seceresi söylece siralanir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâsim b. Abdümenâf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüeyy b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. En-Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. Ilyas b. Mudar b. Nizâr b. Me'add b. Adnan. Hz. Peygamber'in dogumundan iki ay kadar önce babasi Abdullah, ticarî bir seferden dönüsünde Yesrib (Medine)'de vefat etmisti. Annesi Amine, Kureys Kabilesinin kollarindan Benû Zühre'nin reisi Vehb b. Abdümenaf'in kiz idi. O siralarda Mekke esrafi, çocuklarini çölde bir süt anneye vererek emzirme âdetine sahip olduklari için Hz. Peygamber, kendi annesi Amine tarafindan ancak bir kaç kez emzirilmis, süt anneye verilinceye kadar da amcasi Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmisti. Daha sonra Mekke'ye komsu çöllerde yasayan Hevâzin kabilesinin kollarindan Benû Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz. Peygamber'e süt emzirmistir. Mekke esrafi tarafindan Mekke'nin agir ve sicak havasi çocuklarin gelisimine ve sagliklarina zararli görülüyor; ayrica hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de arap dili, yabanci tesirler altinda kalabildiginden, fesahat ve belâgata önem veren Mekkeliler çocuklarinin dili ögrendikleri ilk yillarinin Arapçanin saf ve bozulmamis sekliyle ve olanca fesahat ve belâgatiyla ari duru konusuldugu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardi. Bu bakimdan Araplar arasinda fasih Arapçalari ile ün yapmis Benû Sa'd kabilesi arasinda yaklasik ilk iki buçuk yilini geçiren Hz. Peygamber, ileride üstlenecegi ilâhî risâlet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazirlanmis oluyordu. Hz. Peygamber'in kirk yasindan itibâren yürüttügü Islâm'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslinda mesakkatli, yorucu, bir takim sikintilari olan mukaddes bir vazifedir. Iste bu yorucu ve mesakkatli görevi lâyikiyla yerine getirebilmek için saglam ve sihhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu. Hz. Peygamber, böylelikle çocuklugunun ilk yillarinda Mekke'nin bogucu sicak ve sitmali havasindan uzaklasmis, suyu ve havasi güzel bâdiyede saglikli bir sekilde gelisme imkânini bulmus oluyordu. Diger taraftan güzel konusmanin kitleler üzerindeki etkisi malumdur. Ileride muhtelif insan kitlelerine muhâtap olacak bir peygamberin süphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olmasi ve dili, davasinin ugrunda en iyi sekilde kullanmasi gerekiyordu. Iste bu yönlerden Hz. Peygamber henüz çocuklugundan itibâren davet faâliyeti için hazirlaniyordu. Yalniz kendisi henüz o siralarda ileride peygamber olacagi konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadigindan, bu hazirlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayip, Cenâb-i Hakk'in yönlendirmesi, kontrol ve murâkabe altinda tutmasi seklinde cereyan ediyordu. Peygamber Efendimizin süt annesi Halime'nin yaninda iken vukû bulan "Gögsünün yarilmasi" (Serhu's-Sadr veya Sakku's-Sadr) olayini da yine davete hazirlik olarak degerlendirmek gerekir. Bu olayda Hz. Peygamber'in gögsü, görevli iki melek tarafindan yarilmis, kalbi çikarilarak Seytanin ve nefsin tasallut ve saptirmasindan arindirilmis ve Zemzem'le yikanarak tekrar yerine konulmustur. Böylece Hz. Peygamber, rûhen davete hazirlanmis oluyordu. Serhu's-sadr olayindan sonra süt anne halime tarafindan Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz. Muhammed, alti yasina kadar annesi Amine'nin yaninda kaldi. Bu siralarda Amine, Hz. Peygamber'i de yanina alarak Medine'deki akrabalarini ziyarete gitmisti. Bu vesile ile, alti yil kadar önce Medine'de ölen esinin kabrini de ziyaret etmis olacakti. Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla uzaklasmadan Ebvâ denilen köyde Âmine aniden rahatsizlandi ve vefat etti; oraya da defnedildi. Artik hem yetim, hem de öksüz kalan çocugu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadi Ümmü Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti. Yasli dede, kalben büyük bir muhabbet besledigi bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yil bagrina basti. Abdülmuttalib'in temsil ettigi Hâsimogullarinin Mekke'deki itibâri ile Abdülmuttalib'in sahsî özellik, kabiliyet ve ahlâki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çikarmis olmasi, onun Mekke'de kendisine son derece saygi duyulan, sözüne itibâr ve itâat edilen bir reis hâline gelmesini saglamisti. Abdülmuttalib, Kâbe duvarina bitisik olarak sirf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini tasiyan Dâru'n-Nedve'de Mekke halkinin çesitli problemlerini dinler ve çözüm yollari arardi. Dedesi Abdülmuttalib'in yanindan hiç ayrilmayan küçük Muhammed, Dâru'n-Nedve'de yapilan idareye ve çesitli problemlere ait müzâkerelerde de dedesinin yaninda bulunuyor ve daha o yaslarindan itibaren zulmün hâkim oldugu Mekke toplumunda ortaya çikan problemleri, insanlarin dinî, idârî, iktisadî, ilmî, ictimâî yönlerden nasil bir batakligin içinde bulunduklarini yakindan görüp idrâk ediyordu. Hz. Peygamber sekiz yasina geldigi zaman Abdülmuttalib seksen iki yasina erismisti ve yasli bünye, ugradigi hastaliklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrildi. Abdülmuttalib vefatindan önce sevgili torununu ogullari arasinda, Hz. Muhammed'in babasi Abdullah'la ana-baba bir kardes olan Ebû Talib'e teslim etmisti. Artik Hz. Muhammed sekiz yasindan yirmibes yasina kadar amcasi Ebu Talib'in yaninda kalmistir. Gelecekte peygamber olacagi hakkinda ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadigindan, tâbiîdir ki Hz. Peygamber'in bu devrelerdeki hayati hakkinda fazla bilgimiz yoktur. Ancak sadece Hz. Peygamber'i degil, ayni zamanda diger Mekkelileri de ilgilendiren bazi olaylarda Hz. Peygamber'in aldigi yer ve oynadigi rol, kaynaklarimizda tespit edilmistir. Bu devreye ait mevcut bilgiler arasinda süphesiz önemli olanlarindan birisi, Hz. Peygamber'in Râhib Bahîrâ ile karsilasmasi meselesidir. Hz. Peygamber on iki yaslarinda iken amcasi Ebû Tâlib ile birlikte Sam'a dogru yol alan ticarî bir kervana katilmis ve kafile Sam yakinlarinda Busrâ adli bir mevkide mola verdigi zaman buradaki manastirda bulunan Bahirâ adli râhib, Islâm kaynaklarina göre Hz. Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun ileride çikmasi beklenilen son peygamber olabilecegi kanâatine varmisti. Müstesrikler bu olayi kendi yanli bakis açilari ile ele alarak Islâm'in dogusunda Hristiyan rûhiyâtinin etkileri oldugunu, Râhib Bahîrâ'nin dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz. Muhammed'in bu dinî suuru gelistirerek ileride Islâm'i ortaya attigini iddia ederlerse de, Islâmiyet'in temelini olusturan tevhid akidesi ile Hristiyanligin temeli olan teslis * inancinin aslâ bagdasamaz bir karakterde olusu, Islâm'in Hristiyanlik'da mevcut teslis düsüncesini sirk olarak kabul etmesi, bu iddiânin ne derece asilsiz ve gülünç oldugunun en açik delillerindendir (genis bilgi için bkz. Bahîrâ maddesi). Hz. Peygamber, bu ilk seferin ardindan daha sonraki yillarda diger amcalari ile birlikte Mekke. disina yapilan bazi ticari seferlere katilmis, muhtelif bölgelerde yasayan insanlarin farklilik arzeden dinleri, örf ve âdetleri, hal ve vaziyetleri hakkinda bilgi sahibi olmustur. Peygamber Efendimizin daha sonralari Islâm'i teblig ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduguna göre cereyan eden bu olaylari da O'nun peygamberlige ilmen hazirlanmasi olarak degerlendirmek gerekir. Cenâb-i Hakk'in kontrol ve murâkabesi, müstakbel peygamberi rûhen de davete hazirliyor ve cahiliye döneminin her türlü sirk ve sapikligindan, kötülük ve ahlâksizligindan uzak tutuyordu. Mekkelilerin dinî bir âyini ve bayrami olan Büvâne'ye çocukluk yillarinda amca ve halalarinin zorlamalari ile götürülen Hz. Muhammed, âdet üzere diger akrabalarinin yaptigi sekilde burada hazir bulundurulan bir puta tapmak içiri siraya girdiginde, henüz kendisine sira gelmeden ilâhi bir ikaz ile puta tapmaktan alikonulmus ve olayin hasyeti içerisinde Hz. Peygamber kisa bir bayginlik geçirmisti. Bu olaydan sonra artik akrabalari O'na putlara tapmak için her hangi bir israrda bulunmadilar. Tabîidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yillarindan itibâren hayati boyunca aslâ hiç bir puta tapmadigi gibi, onlar adina kurban kesmemis, putlar adina kesilen hayvanlarin etini yememis, onlar adina yemin etmemis, hatta onlarin adini dahi agzina almaktan hoslanmadigini belirtmisti. Geçim sikintisi çeken amcasi Ebû Tâlib'e yardimci olmak için gençlik yillarinda Mekkelilere ücretle çobanlik yapan Hz. Muhammed, çobanligi sirasinda Mekke'nin dagdagali, debdebeli, sirkin hâkim oldugu havasindan uzaklasarak tabiatla karsi karsiya gelmis, bu anlarda muhakeme ve idrâk gücü geliserek herseyin yaraticisi olan Cenab-i Allah'in varligi ve birligini, O'na esler kosmanin sapiklik oldugunu iyice kavramis, karsilastigi bir takim sikinti ve mesakkatler O'nu rûhen olgunlastirmisti. Çobanlik yaptigi günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadasina emanet ederek Mekke'de tertiplenen gece eglencelerini seyretmek için kirdan sehire inen Hz. Peygamber, eglence yerine gelip oturur oturmaz Cenâb-i Hakk'in kendisine verdigi bir uyku ile, içkilerin içildigi, oyunlarin oynandigi, ahlâksizliklarin yapildigi bu isret âlemini seyretmekten dahi alikonulmustu. Bir baska sefer yine böyle bir eglenceyi seyretme arzusu ayni sekilde engellenmis; artik bir daha da Hz. Peygamber böyle bir seye tesebbüs etmemis, istek de duymamisti. Hz. Peygamber yirmi yaslarinda iken Mekkeliler ile Hevâzin kabilesi arasinda Ficâr Harbi vukû buldu. Aslinda savasabilecek bir yasta ve güçte olmasina ragmen Hz. Peygamber bu harpte sadece savas alaninin gerisine düsen oklari toplayip amcalarina vermekle yetinmisti. Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasina ragmen bu olayin O'nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler olusturdugu bir gerçektir. Peygamberliginden sonra dahi hatirladigi zaman bir üye olarak katilmaktan seref ve iftihar duydugunu açikça belirttigi Hilfü'l-Fudûl ise hemen bu savastan sonra gerçeklesmisti. Bu vesile ile Hz. Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanimis, câhiliye toplumunda güçlünün güçsüzü nasil ezdigini, güç ve kuvvet karsisinda zâlimlerin nasil eriyip titredigini örnekleriyle görmüstü. Yirmibes yasinda bizzat kendisinin idare ettigi bir ticaret kervani Hz. Muhammed'i Hz. Hatice ile karsilastirdi ve aralarinda gerçeklesen evlilik, Hz. Muhammed'in amcasi Ebû Tâlib'in yanindan ayrilip yeni bir aile yuvasi kurmasini sagladi. Hz. Peygamber'in bu evlilik dolayisiyla Hz. Hatice'den alti çocugu olmustu. Bunlardan dördü kiz olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fâtima adlarini almislardi. Bunlarin dördü de babalarinin peygamberligine erismisler ve O'na iman ederek hicret etmislerdir. Ogullari ise Kasim ve Abdullah adini tasiyordu. Hz. Peygamber'in ilk oglunun adi Kasim oldugu için kendisine Ebû'l-Kâsim künyesi verilmisti. Bazi kaynaklar bunlardan baska Hz. Peygamber'in Tayyib ve Tâhir adinda iki oglu daha oldugunu zikrederken, diger bazi kaynaklar bu son iki ismin Abdullah'in lâkabi oldugunu belirtmislerdir. Hicretten sonra dogan oglu Ibrahim ise Misirli câriye Mâriye'dendir. Hz. Peygamber'in bütün erkek çocuklari henüz küçük yaslarda vefat etmislerdi. Hz. Hatice ile evliliginden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla saglamaya çalismis, bazan ortaklik yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmisti Hz. Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlügü, dogru sözlülügü, ahde vefasi, âdil ve âlicenâb davranislari, herkes hakkinda iyimser davranip elinden gelen iyilik ve yardimi yapmasi, yoksulun, muhtacin elinden tutmasi, yakinlarina ve akrabalarina karsi gösterdigi ilgi, ahlâkî olgunluk ve rûhî üstünlükleri ile derhal temâyüz etmis, çevrede herkesin güvenip itibar ettigi, sayip sevdigi bir kisi hâline gelmisti. Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn = güvenilir kisi" lâkabini vermislerdi. Hz. Peygamber'in otuz bes yasinda iken meydana gelen Kâbe tâmiri olayi ve bu olay sirasinda el-Haceru'l-Esved'in* yerine konmasi meselesinde Mekke sülâleleri arasinda çikan ve kanli bir çatismaya dönüsme temâyülü gösteren anlasmazligi herkesi memnun edecek bir tarzda ve âdil bir sekilde çözmesi, O'na duyulan güveni daha da artirmisti. Allah'in mukaddes evi Kâbe'nin tâmiri dolayisiyla herkeste oldugu gibi Hz. Muhammed'de de dinî duygu ve heyecanlar süphesiz harekete geçmistir. Bu sebeple O'nda bu yillardan itibâren Rabbi ile basbasa kalma arzusu görülür. Bir de buna toplum içinde islenen haksizliklar, zulümler, ahlâksizliklar, din adina icrâ edilen sapiklik ve akilsizliklar eklenecek olursa, Hz. Muhammed'in böylesi câhilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalniz, sessiz, sakin bir magarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlasilir. Artik otuz bes yasindan itibâren Hz. Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayi boyunca Mekke'den uzaklasiyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtigi Hira dagindaki bir magarada günlerini geçirerek Cenâb-i Hakk'in varligini, birligini, kudret ve azametini, O'nun gücü karsisinda mahlûkatin aczini ve zayifligini düsünüyor; Rab Teâlâ'nin insanlara sonsuz nimetlerini, buna karsi insanoglunun nankörlügünü, onlarin dinî, siyasî, ictimâi, ahlâkî vs. yönlerden içerisine düstükleri kötü durumlari hatirliyordu. Iste bu uzlet,günleri Hz. Peygamber'i rûhi, ahlâkî bir olgunluga götürdügü gibi tefekkür ve istidlâl melekelerini gelistirerek aklî ve ilmî bir yücelige de eristirdi.____________________________________________________________________________________________ Huzur Veren Sözler
* İnsan, seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli... * Mahlûkâtın yaratılmasına sebep olan, muhabbet sıfatıdır. * Müslümanların, Allah adamlarının yüzüne bakmak ibadettir, sevaptır. * Kalbleri temizlemenin ilacı, Allah'ın dostlarının kelâmıdır. Onların yazılarını okuyunca kalbler temizlenir. * Eshâb-ı Kirâm mevlid geceleri toplanırlar, bu halleri konuşurlardı. Tabiin de böyle yapardı. Vehhâbîler mevlide bid'at diyorlar, halbuki sünnetdir, çok sevabdır. Evliyânın büyükleri hep mevlid okurlardı. Hasen-i Basri, Tabiinin en büyüğü idi, mevlid okurdu. Cüneydi Bağdadî seyyid-üt taifedir. O da okurdu. Yalnız mevlidi parayla ve harâm yerlerde okumak günâhtır. * İman ni'metinin şükrünü îfâ etmek içün, hubb-i fillah ile şerefleneceğiz. Birbirimizin kalbini kırmaktan titreyeceğiz. Zaten mü'minin kalbini kırmak haramdır. * Allahü teâlânın bütün sıfatları her mahlukta, her zerrede zuhur etmekte, tecelli etmektedir. Merhamet, ihsan sıfatları tecelli ettiği gibi, kahır, gadap yapmak sıfatları da tecelli etmektedir. * Allahü teâlâ her maddede faide ve zararlar yaratmıştır. Allahü teâlâ çok merhameteli olduğu için Peygamberler göndererek herşeyin faidelerini ve zararlarını bildirmiş, faideli şeyleri yapmayı emretmiş, zararlı şeyleri yasak etmiştir. Bu emirlere farz, yasaklara haram ve dünya denir. Bu emir ve yasaklara şeriat denir. Dünyadan sakınınız demek haramlardan sakınınız demektir. Bunu anlamak lazım. Dünyanın ikinci manası, ölmeden evvelki hayat demektir. Bu dünyadaki zevklerin, lezzetlerin hiç biri haram değildir. Bunların zararlı şekilde kullanılmaları haramdır. Faideli olarak kullanılmaları farz veya sünnettir. * Huzûru ilâhide toplanmak çok büyük nimettir. Huzuru ilâhi namazdır. Allahü teâlâ, namazdan sonra "İste kulum vereyim" diyor. Bu saat-i icâbedir. Hele Cuma günü öyle bir saat vardır ki, o anda yapılan dua red olmaz. Alimler, Cuma günü (saat-i icabe) ikindi namazı vaktidir buyurmuşlar. * Allahü teâlânın ve peygamber efendimizin emr ve yasakları iki türlüdür. Birisi; sârâhat-ı nass ile sabittir, açıkca bildirilmiştir. Bunları kabul etmeyen kâfir olur. Namaz kılmamak üç türlüdür. Birincisi farz olduğunu bilmiyordur, ikincisi tembellikle kılmıyordur, üçüncüsü de ehemmiyet vermiyordur. Ehemmiyet vermeyen kâfir olur. Kadınların, kızların sokağa açık çıkmaları sârâhat-ı nass ile haramdır. Yani açıkca bildirilmiştir. Sârâhât-ı nass demek; ayet-i kerime veya hadis-i şeriflerle açıkça bildirilen hüküm demektir. * Kalbin gıdası ma'rifettir. Görmek şart değil, sevmek şarttır. * Evliyâlar da Allahü teâlânın sıfatlarıyla sıfatlanmışlardır. Onlar da dünyada dostla düşmanı ayırmazlar. Dostlara yaptıkları iyi muameleyi düşmanlara da yaparlar. Düşmanlar, dostlarla karışıp Evliyanın huzuruna gelirler, Evliya onlara hiç düşman muamelesi yapmaz, dostlarına olduğu gibi, onlara da ikram ederler, tatlı konuşurlar. Onlar da der ki, "Bu adam benim düşman olduğumun farkında değil, bana dost muamelesi yapıyor." Evliyanın dostla düşmanı ayırmaması, nîmet vermek bakımındandır. Yoksa düşmanlarla sohbet etmezler, onlara gitmezler, dükkanlarından alış veriş etmezler. Ancak, onlar gelirse, karşılaşırlarsa ayırt etmezler. Fakat dostlara giderler, hastasını ziyaret ederler, cenazesine giderler, düşmanlarınkine gitmezler, ziyafetlerine gitmezler, ama bir bahane uydururlar. Düşmanlara mümkün olduğu kadar gitmeyeceğiz. Ancak bir müslimanın hakkını kurtarmak için gidilir. * Müslümanların, Allah adamlarının yüzüne bakmak ibadettir, sevaptır. * Bütün kemâlât ve faziletler büyüklerin sohbetindedir. Onların sohbeti ele geçti mi, herşey ele geçmiş demektir. * Her şeyin yenisi makbuldür, iki şeyin eskisi makbuldür. Biri muhabbettir. Biri de ahbab. * Alimlerin zineti, bilmiyorum demektir. Cahiller, atar atar söyler. Alim, her kelimeden korkar, vesika bulmadan söyleyemez. * Kalbe Allah sevgisini yerleşdirmek için, kalbden dünyânın, mahlûkların sevgisini çıkarmak lâzımdır. Bunun için, hiçbir mahlûku hâtırlamamalıdır. Bu hâle (Fenâ-yı kalb) denir. Bunun birinci ilâcı, mürşidin sohbetidir. Sohbet ele geçmezse, mürşidin kabrini ziyâret etmek ve râbıta yapmakdır... * Cennetin kapısı imandır. İmanı olan cennete gider. Zulüm ile ölen kâfir cennete gitmez. * Üstâdına, kötü söz söyleyen birini seven, köpekden daha aşağıdır. * Bir kimse kendi kafasından tefsir yazmağa, mânâ vermeğe kalkarsa kâfir olur. * Ehl-i sünnet alimlerinin yolundan zerre kadar ayrılanlar cehenneme gider. Böyle din adamları, din hırsızlarıdır. * Âlimlerin en kötüleri kendi kendilerine fetvâ verenler, kendi kendilerine mânâ verenlerdir. * İnsanların en iyisi, din adamlarının iyileri, insanların en kötüsü kötü din adamlarıdır... * Cennete gidecek olan fırka, Ehl-i sünnet velcemaatdır. Diğer yetmişiki (72) fırkada olanlar, kendi kafalarından yol tutanlar, yunan felsefecilerine göre yol tutanlar cehenneme gidecek... * Allahü teâlânın sıfatlarından en kıymetlisi muhabbet sıfatıdır. * Bütün dünyaya, hidayet, nur, Peygamber efendimizden geldi. Şimdi de, Peygamber efendimizin varisleriyle geliyor. * Evliyânın, salihlerin isminin söylendiği yere rahmet yağar. * Birinin binlerce devesi olsa, hepsini dağıtsa, bir namazın vaktinde kılınması sevâbına yetişemez. * Hoca mâhir ve müşfik olursa, talebe zekî ve çalışkan olursa, öğrenilmeyecek hiçbir ilim yoktur. * İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki, "Kâbe'ye giderken, Kâbe'nin sâhibine kavuştum." Yani, Baki-billah hazretlerinin yanında Allahü teâlâyı tanıdı. * İstiğfarı çok söylemek lâzım, insan iyi şey yaparkende günah işleyebilir. Onun için namazdan sonrada istiğfar söylüyoruz. * Bir haramı hafif görmek, bu haram olmasaydı, bundan ne çıkar demek imanı götürür. Meselâ çok büyük günah olan, çok kimsenin kıymet vermediği, en çok işlenen günah, gıybet... Ben doğru söylüyorum, bu da günah olur mu dese imanı gider. * Mâlâyâni ile uğraşana selam bile verilmez, boş durmak da mâlâyâni demektir. * Allahü teâlânın, insanı en çok sevdiği hal, secdedeki halidir. Onun için büyükler, secdede çok kalabilmek için beş, yedi, dokuz... onbire kadar söylerler. * Bizim kitaplarımız çok kıymetlidir, çünki pırlanta içine cam parçalarını karıştırmadık. * Mâlümat-ı Nâfia risalesi [Faideli Bilgiler], bizim bir numaralı kitabımız. Abdülhakim efendi hazretlerinin tavsiye ettiği bir kitaptır, onu hepiniz okuyun. * Abdülhakim efendi hazretleri, "beni dinleyen kazanır..." buyurdu. * İnsan vücudu çok büyük fabrikadır. Vücuddaki herşey bir sanat eseridir. Allahü teâlâ bunların hepsini, bütün insanlara vermiş. İnsanlar bunların şükrünü yapmazsa, nankörlük yapmış olur. Allahü teâlâ insana iman vermiş, habibine ümmet yaratmış, insan bu nimetlere küfran ederse sonsuz cehennemde kalmak hakkıdır. * Bir beldede emr-i maruf yapılmazsa oraya bela gelir. Hak etmeyenler de şehid olur. * Kafirler islamiyetin yayılmasına tahammül edemezler. Gayeleri, islamiyeti ve müslümanları yok etmektir. * İslamiyetin en büyük düşmanı ingilizlerdir. Dünyanın her neresinde olursa olsun, islamiyyet aleyhine bir hareket olursa, biraz karıştırırsanız, altından ingiliz oyunu çıkar. O kadar sinsidir ki, karıştırmadan belli olmaz. * Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimi kıyamete kadar korumağı vaad ediyor. Kur'an-ı kerimi yaksalar da, ayak altına alsalar da ahkâmını yok edemezler. Yalnız adeti şöyledir ki, her şeyi sebeple yaratır. Mesela; hasta, şifa için dua ederse ona şurup değil hekim nasip eder. Allahü teâlâ bir kuluna cenneti nasip etti ise, sebebini gönderir. Nedir sebebi? Mürşid! Mürşid yoksa kitapları... Sebebi Allahü teâlâ yaratıyor, ama sevdiği kimseleri de vasıta kılıyor. Kur'an-ı kerimi muhafaza etmenin sebebi de var. Kur'an-ı kerim iki kısımdır. Biri zâhiri; bedene ait, diğeri batıni; kalbe ait kısmı. Zahirini korumak için Allahü teâlâ Osmanlıları yarattı. Osmanlılar şimdi yok ama, kitapları var. İslamiyetin batınını koruyan da Nakşibendilerdir. * Şükür demek, bir nimet ne için verilmişse onun için kullanmaktır. Göz nimetinin şükrünü yapmak için, Allahü teâlânın bak dediği yere bakılır, bakma dediği yere bakılmaz. * Kimse, kendi rızkını bitirmeden ölmez. * İslâmiyyetin garib olduğu bir zemânda, kahhar sıfatının tecellî etdiği bir zemânda, onun dini için, aşk ile, gayret eden, çalışan insanlara ne mutlu. Ne mutlu onun seçdiği mücahidlere! O mücahidlerin sınıfında bulunmak, onların arasında bulunmak se'âdetine kavuşan din kardeşlerime ne mutlu... * "Yâ Ebâ Hüreyre, Allahın kullarına, Allahın dinini öğret. Onları öğretmeye giderken bastığın yere melekler kanatlarını serer. Gökteki melekler, yerdeki hayvanlar, havadaki kuşlar, denizdeki balıklar senin için düâ ederler. Kıyâmetde sana öyle bir makam ihsan olunur ki, Peygamberler gıpta eder." diyor hadîs-i şerîf... * Sıkıntılar mücahidlerin aşkını, hevesini arttırır. * Dünya zevklerine düşkün olmak nefsi beslemektir. Halbuki; nefse düşmanlıkla emr olunduk. Çünki nefs Allah-ü tealanın düşmanıdır. Bize; nefsinizi besleyin diye bir emr yok, kalbinizi kuvvetlendirin diye emr var. Nefse düşmanlık; riyazet ve mücahede ile olur. Riyazet; nefsin arzularını yapmamak. Mücahede nefsin istemediği şeyleri yapmak. * Îmâna nasıl şükr edilir? Âyet-i kerîmeler bunu bildiriyor. Diyor ki, "Ey mü'minler, ey îmânla şereflenenler, bu ni'metin şükrünü ifa edebilmek için birbirinizi seviniz." Bizi bu yola, bu cihâda sürükleyen îmân ni'metinin şükrünü ifa etmek için hubb-i fillah ile şerefleneceğiz. Birbirimizi seveceğiz. Birbirimizin kalbini kırmakdan titreyeceğiz. Zaten mü'minin kalbini kırmak, mü'mini incitmek harâmdır. Hele böyle mücahid kardeşlerimizi incitmek, hele hele darılmak, münakaşa etmek; Allah muhafaza etsin. * Günâhsız insan olmaz; kusursuz insan olmaz. İşte, biririmizin kusurlarını görmeyeceğiz, iyiliklerini göreceğiz. Kusurlarımızı afv edeceğiz, hatta ikaz edeceğiz. Zâten münakaşa yasak, Nasıl olur bir mü'min incitilir efendim. * Bir mü'minin, bir mücahid kardeşinin kalbini incitmenin Kâbeyi yedi kerre yıkmakdan daha günâh olduğunu dinimiz bildiriyor. Onun için, en çok dikkat edeceğimiz şey; birbirimizin kusurunu afv edeceğiz, sabr edeceğiz. Sabr edenin gideceği yer neresidir? Peygamber efendimiz, "Cennetdir" buyuruyor. Onun için, birbirimizi incitirsek dahi, karşıdakinin sabr etmesi lâzımdır. Ona düâ etmesi lâzım. Müslimânlık budur, kardeşlik budur. * Muhammed Ma'sum hazretleri Mektûbât'da buyuruyor ki, "Münakaşa etmeyiniz." * Eshâb-ı kirâmdan bir zât diyor ki, "Peygamber efendimiz, Bayram günü hutbeye çıkıyordu. Merdiven üç basamakdı. Birinci basamağa çıktı. Bir şeyler söylüyordu. Kulak verdim işitdim. Buyuruyordu ki: (Yâ Rabbi, Sen, bir kulunu, anasını-babasını gördüğü halde, onların hizmetinde kusur eden, kalblerini inciten, onların rızasını, düâsını almayanı Cehenneme sok.) Ben de âmin dedim" buyuruyor. O halde birbirimizi seveceğiz, amma, anamızın, babamızın da kıymetini bileceğiz, onların rızalarını düâlarını alacağız, gönüllerini alacağız. Ananın, babanın evladına düâsı, Peygamberlerin ümmetine düâsı gibidir. * Allahü teâlâ, bir isteyene bin veririm buyuruyor. * Allahü teâlâ kullarına zulmetmez, onlar sû-i amelleri ile belayı kendileri cezbederler. * Allahü teâlâ buyuruyor ki, nefsinize uymayın, nefsiniz bana düşmandır. * Allahü teâlâ birçok günahın cezasını ahirete bıraktığı halde, zalimlerin cezasını dünyada verir. * Allah yolunda, halis niyyetle hizmet eden kazanır. * Cahillik cehenneme götürür. * Kıyamet günü hesap, evvela imandan, sonra namazdandır. * Allahü teâlânın dostları, Allahü teâlânın yaptığı her şeyden zevk alırlar. Sıkıntı, elem ve dertlerden nefs zevk almadığı için, daha çok hoşlanırlar. * Kim olduğun değil, kiminle olduğun önemlidir. * Bilmiyorum diyen 40 belâdan kurtulur... * Sabır, ferahlamanın anahtarıdır. * Dünyada iken, Allahü tealanın dinine hizmet edenler, Allahü tealanın kullarının müşkillerini halledenler, mahşerde, tahtlar üzerinde, kürsülerde, gölgelerde oturacaklar. Allahü teala onlarla konuşacak. Onlar için ne hesap var, ne azap var... * Allahü teâlâ, hiç bir şeyi yaratmadan önce Server-i âlem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin mübârek nûrunu yarattı. Kur'ân-ı kerîminde Peygamber efendimize hitâben; "Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik" buyruldu. Hadîs-i kudsîde; "Sen olmasaydın, sen olmasaydın, mahlûkâtı yaratmazdım" buyrulmuştur. Îmânın asıl şartı; "Hubb-i fillah, buğd-i fillah" yâni Allahü teâlânın dostlarını sevmek, düşmanlarını sevmemektir. Bu olmadıkça hiç bir ibâdet kabûl olmamakta, sâhibinin yüzüne çarpılmaktadır. Bu sebeble "Âlemlerin efendisini sevmemiz farz olmuş ve O'nun mübârek muhabbetini kalbimize yerleştirmemiz ve güzel ahlâkıyla ahlâklanmamız emr edilmiştir". * Sultana edebsizce hizmet edenin dünyası, Evliyaya edebsizce hizmet edenin ahireti yıkılır. * Allahü teâlâ günah işlemeyenlerden ve günah işlenmeyen yerlerden razıdır. Siz, günah işlememeye ve arkadaşlarınızı günahtan korumaya çalışınız. * İslam dininde paranın yeri ceptir, kalb değildir. Parayı kalbe koymak, sarayın ortasına çöp dökmek gibidir. * Günah işlenmeyen yerde huzur vardır. Günah işlenirse huzursuzluk başlar. * Evliyânın yanında bulunan, dört şeyden istifade eder; merhametinden, cömertliğinden, yumuşaklığından, güzel huyundan... * İnsan demek îmân demektir. îmân var, herşey var, îmân yok hiçbirşey yok. * Bir şey ne kadar kıymetli ise onun düşmanı o kadar çoktur. En kıymetli şey: Îmân..! Peki bu imanı nasıl koruyacağız? Allahü teala buyuruyor ki, "Nimetlerime şükr ederseniz artırırım". Peki biz iman nimetine nasıl şükr edeceğiz? Birbirimizi seveceğiz... * Mürşid-i kâmil demek, Hakk'ı Hak, bâtılı bâtıl bilen zat demektir. Onlara kavuşanın ve hatta onların sâdık bendelerine, talebelerine kavuşanın en büyük kârı, Hakk'ı Hakk, batılı batıl bilmesidir. Bu ise, erişilmesi en zor noktadır. Dünyada en zor şey, doğruyu bulmaktır. * Allahü teâlânın sevgili kullarını tanımak şarttır. Büyükleri inkâr eden her şeyden mahrumdur. Büyükleri tasdik eden, değil kendisine, yedi sülalesine faydalı olur. * Allahü teâlânın sevgili kullarını tanıyan, onlardan istifade etmeye başlar. Bilse de, bilmese de!... En büyük istifadesi; imanı düzelir, sonra ibadetleri düzelir, günahlar çirkin gelmeye başlar. Bu, istifade ettiğinin alâmetidir. Bu istifade ya bizzatihi olur, -en güzeli budur- veyahut da kitaplarını okumak suretiyle, ruhaniyetlerinden istifade ederek olur. Veyahut da o büyükleri tanıyan, seven kişilerle arkadaş olunur, mukallidleriyle beraber bulunulur. Onlarla beraber olan da feyz ve berekete kavuşur, imanını bi iznillah kurtarır. * Ümidimiz, büyüklerin şefaati ve bize sahip çıkmalarıdır. Onların bize sahip çıkması için, bizim onlara sahip çıkmamız lazımdır. Layık olmak ve âlâka kurmak lâzım. O âlâka söz dinlemektir. Nasihatlerine uygun yaşayabilmektir. * Bir müslüman kardeşinin ismini duvara yazsalar, oradan geçerken ceketin düğmesini ilikle de geç... * Mü'min mü'minle karşılaşınca, yaptığı dua kabul olur. * Her geceyi kadir bilin, herkesi hızır bilin, kimin ne olduğu belli olmaz. * Allahü teâlâ islam düşmanlarına azap etmekte niye acele etmiyor diye merak ediliyor. Buraya bir karınca gelse ve bize kafa tutsa biz onu muhatap kabul eder miyiz? Kainata kıyasla derya yanında damla bile olmayan bu dünyada, yine dünyaya kıyasla deryada damla olmayan insanı da Allahü teâlâ muhatap kabul etmiyor. Namaz hariç... Kul Allahü ekber deyip de namaza durduğunda Allahü teâlâ onu muhatap kabul ediyor. * Kur'ân-ı kerim şifâdır. Fakat şifâ, suyun geldiği boruya tâbidir. Pis borudan şifâ gelmez. * Allahü teala İsa aleyhisselama buyuruyor ki; yerlerde ve göklerdekilerin amellerini yapsan has kullarımı sevmedikçe, düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe hiç faydası olmaz. İşin başı bu. * Namaz kılanın dünya işi bile ahiret işi sayılır. Namaz kılmayanın ahiret işi bile dünya sayılır. * Her ayetin manası bir okyanustur. Müfessirler bu sonsuz okyanusda inci mercan çıkarırlar. Bozuk olanlar akrep, yılan, yengeç çıkarır. * Allahü tealaya daha yakın olanların bize yardımları daha çok olacaktır. Amma uygun hale gelmek lazım. Günah işlememek lazım. Büyüklerden feyz almayı bilin. Feyz yollarını kapatmayın. Büyüklerden feyz devamlı gelir ama kovayı ters çevirmemek lazım. Kovayı ters çevirirsen feyz alamazsın. Nisan yağmuru gibi gelir ama kenardan akıp gider. Feyz almaya dikkat edelim. Allahü tealanın sevgili kulları sağlıklarında iken kınındaki kılıç gibidirler. Öldüklerinde kınından çıkmış gibi tesirli olurlar. * Dünya ahiretin aynası gibidir. Dünya bir aslın görüntüsüdür. Cennetin görüntüsü; hizmet, abilerin güler yüzü, Cennete götürecek işler... Cehennemin görüntüsü ise; yapılan kötü işlerdir. * Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Zemân gelir ki, o zemanın müslümanları, bugün sizin yaptığınız ibadetlerin onda birini yaparsa, ahirette azabdan kurtulurlar.) Sebebini sorduklarında, (Çünkü, sizler hayr işlemeğe çok yardımcı buluyorsunuz. Onlar yardımcı bulamayacakları gibi, çeşitli engellerle de karşılacacaklardır. Gafiller, cahiller arasında garib kalacaklar) buyurdu. * Allahü tealanın, bir kuluna, faideli, güzel işler yapmağı çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasib etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teala, kullarına ıyalim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almışdır. Allahü teala, bu ıyalinden birkaçının rızkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsan etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip, şükr etmek, kendi sahibinin, Rabbinin ıyaline hizmet etmeği seadet ve şeref bilmek ve Rabbinin kullarını, kölelerini yetiştirmekle öğünmek, akl icabıdır. * Hastalıkta şifa vardır. Beden nekadar sıkıntı çekerse, ruh o kadar rahat eder. * Dört şeyden muhakkak hesap sorulacak: Paranı nerden kazandın, nerde harcadın? Bedenini nerde kullandın? Ömrünü nasıl geçirdin? İlmini nerde kullandın? * Îman, ateş ile insan arasında bir duvardır; yakmasın diye... * Gemisiz okyanus geçilmez. Biz İmam-ı A'zâm hazretlerinin gemisine bindik. * Allahü teala bir insana iman verdi, ne ki ona vermedi; iman vermedi, ne ki ona verdi... * Işık yokken göremediğimiz gibi, iman da kalbin ışığıdır. * Kim istedide vermedi..? İstemesini bilmezsen alamazsın. * Namaz kılanlarda hususi bir koku vardır, o koku çıkmaz. Namaz kılmayanlarda bu koku bulunmaz. * Namaz kılanlarda bir güzellik vardır. Namaz kılmayanlarda bu güzellik yoktur. Onlar, kendileri, sun'î olarak güzel olmağa çalışırlar. Namaz kılanlarda bu tabî olarak vardır. * Hapse düşenlerin ekserisi namaz kılmayanlardır. * Namazda selam verirken bütün müminlerede verilir, namaz kılmayanlar bundan mahrum kalır. * Namaz, başlı başına bir hayattır. * Men kâne fî kalbihî Allah muînuhu fiddareyn Allah Men kâne fî kalbihî gayrillah ve hasmihü fiddareyn Allah Bir kimsenin kalbinde Allah olursa, Allah onun hem bu dünyada , hem ahirette yardımcısı olur. Bir kimse nefsi için yapar da, Allah'la alakası olmazsa ona da Allah iki cihanda da düşman olur. Eğer Allah için yaparsa, ihlâsla yaparsa iki cihanda Allah yardım eder, eğer gösteriş için olursa... * Söz ile, yazı ile yapılan cihad, topla, tüfekle, kılıçla yapılan cihaddan daha kıymetlidir. * Doğmak, ölmenin alametidir. * Namaz mü'mine kolay gelir. * Bir insan ne kadar alçak gönüllü olursa, onu melekler o kadar yukarı çeker. Ne kadar kibirli olursa, o kadar aşağı çekerler, yerin dibine geçirirler. * Ahirette kurtulmak için, Allahü tealanın emrlerini yapmak ve kullarına faydalı olmağa çalışmak lazımdır. Bir kitap verilir, birşey anlatılır... * Bedenin ibadette, kalbin muhabbetde olsun..! * Bahcıvan bir gül için bin diken yetiştirir. * Dinin temeli, kötü arkadaştan sakınmak, iyi arkadaş aramaktır. * Eden kendine eder. * En talihsiz insan, insanların itibar ettiği, fakat Allahü tealanın itibar etmediğidir. * Gülü seviyorsan dikenine sarıl... * İhlas; izzet ve ikbalde iken duyduğun hislerin, zillete düştüğün zaman değişmemesidir. * Rabbimizin en büyük hediyesinin, îmânımız olduğunu unutmayalım. * Hayat hayaldir. İyilik yapan da geçti, kötülük yapan da geçti... * Allahüteala kendine ulaşan diğer yolları kapatmıştır; biri hariç! O da, Habibinin kalbine bağlanmaktır. Allahü tealaya ulaşmak için tek kapı vardır. O kapı Peygamber efendimizin kalbidir. * Allahü teala kendine yapılan kötülükleri afv ettiği halde, Habibine yapılanları afv etmiyor. * Şehid olarak ölmek için, samimi olarak dua eden, evinde yatakta da ölse şehid sevabına kavuşur. * Eti yenen hayvanlar kesilirken hiç acı duymazlar. İnsan boğazlanırsa acı duyar, dolayısı ile insan eti haramdır. * Feyzin gelmesine mâni, dünya menfeatidir. * Cömerdin ikramında şifa vardır. Cömertlik sonradan olma olmaz. İnsanın genlerinde vardır. * Hanefî mezhebinde, namazdan sonra en kıymetli ibadet, ilim öğrenmektir. Bir miktar ilim öğrenen, sabaha kadar nafile ibadet edenden fazla sevab kazanır. * İki şeyin sevab ölçüsü bildirilmemiştir; biri oruç, diğeri, iftiraya uyrayıp sabretmektir. * Hocasına hizmet ederken yapılan iş, başkalarından farklı olmalıdır. Eğer fark olmayacaksa, hiç olmazsa o işi yapmağa giderken koşarak gitmelidir ki, bu kadarlık fark olsun. * Herkesin çektiği başının belası, Kendine ait birşey var sanması... * Sabır demek, iman demektir. Hastalık günahları döker denir. Hastalık günahları dökmez efendim. Hasta olunca, Allahü teala insanın üç şeyini alır: 1- Ağzının tadını alır. 2- Gücünü, kuvvetini alır. 3- Günahlarını alır. İyileşmeye başlayınca, melekler sorarlar; "Ağzının tadını verelim mi?" derler. Allahü teala verin buyurur. "Gücünü kuvvetini verelim mi?" derler. Allahü teala verin buyurur. "Günahlarını da verelim mi?" derler. "Beni insanlara şikayet etmemişse vermeyin. Beni insanlara şikayet etmişse, sabr etmemişse verin" buyurur. Günahların afvına sebep olan hasta olmak değil, hastalığa sabr etmek, şikayet etmemektir. * Allah diyen mahrum kalmaz. Allahü teala Dâvud aleyhisselama buyuruyor ki: Kim arkasını Allah'a dayarsa, ona tuzak kursalar da onu korurum. Allah diyen mahrum kalmaz. * İhlas var her şey var, ihlas yok hiçbir şey yok... * Allah dürüst tüccarı sever. Eshab-ı kiram ticaret yaparlarmış. Fakat para kazanmak için değil. Bu sözün sırrına kavuşmak için. * Devrân-ı bekâ çû bûdı sahra bî gûzeşt Tılhi ve husi zişt-û ziba bî gûzeşt Pendaşt sitemger ki sitem bermâkert Dergerdeni u bemanet û bermâ bî gûzeşt. İnsan ömrü, dünyanın ömrüne nazaran sahrada esen bir rüzgar gibidir. Bu çok kısa hayatta acı günler çok oldu, tatlı günler de çok oldu. Hepsi geçti. Zalim zulüm etti, o da geçti. Amma mazlumun boynundan geçmedi, boynunda asılı kaldı. Ahırette denecek ki: Onlar o zaman güçlüydü, sen zayıftın. Onlardan geçti ama senden geçmedi. Şimdi sen konuş sen söyle denecek. Mazlumun günahları alınıp, zulm edene verilecek. _________________________________________________________________________________________ ISLAM HAKKINDA BILGILER
Müslümanlar, dünya nüfusunun dörtte birini olusturmaktadirlar. Islâmîyet bugün artik bes kitaya yayilmis vaziyettedir. Islâm Dininin Dünya Medeniyetine çok büyük katkilari olmustur. Islâm'i çesitli yönleriyle tanimak için bu dini çesitli yönleriyle tanitan muteber eserlere müracaat etmek gerekir. Bu küçük brosürde amaçlanan ise, Islâm Dininin itikat ibadet ve ahlak esaslariyla ilgili çok özet bilgiler sunarak bir ön fikir vermektir. Islâm: "Islâm", Arapça bir kelimedir. Kökü "baris" anlamina gelen "silm (selm)" kelimesine dayanir. Sözlükte itaat etme, boyun egme anlamina gelir. Herhangi bir zorlama olmaksizin gönülden ve içtenlikle Allah’a itaat etmek, O’na teslim olmak, emir ve yasaklarina kayitsiz sartsiz boyun egmek demektir. Islâm, Yüce Allah’in son Peygamber Hz. Muhammed’e vahiy yoluyla bildirdigi O’nun da insanlara ulastirdigi seylerin tümünü kabul ederek onlari yasamak, sözleri ve isleriyle onlari kabul ettigini göstermek, Allh’a ve Rasulüne itaat etmektir. Müslüman: Islâm Dininin kurallarina uyan, Islâm'in kurallarini hayata geçiren kimsedir. Iman: Sözlük anlami dogrulamak tasdik etmek bir seye tereddütsüz ve kesin olarak yürekten inanmak anlamina gelen iman, Islâmî bir deyim olarak Allah’a ve Hz. Muhammad’in Allah tarafindan haber verdigi kesin olarak belli olan seylerin dogru olduguna tereddütsüz inanmaktir. Imanin Esaslari: Peygamberimiz Hz.Muhammed; imanin ne demek oldugunu sorana: Iman, Allah’tan baska tanri olmadigina, Muhammed’in Allah’in kulu ve elçisi olduguna, Allah’in meleklerine, Kitaplarina, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kadere (Hayir ve ser her seyin Allah’in takdiri ve yaratmasiyla olduguna) inanmaktir" seklinde cevap vermistir. Peygamberimizin bu sözü, Islam’daki inanç temellerini göstermektedir. Simdi bunlara kisaca deginelim. 1. Allah’a Iman: Allah’in varligini, birligini, ezeli ve ebedi oldugunu, yani varliginin bir baslangici olmadigini ve ebediyken sona ermeyecegini, esinin, benzerinin, ortaginin, oglunun, kizinin olmadigini; varligi kendinden olup varligi için bir baska seye muhtaç olmadigini, yaratilmis olan seylerden hiç birine benzemedigini, dolayisiyla düsündüklerimizden ve hayalimize gelen seylerin hepsinden baska oldugunu; her seyi bildigini, herseyi gördügünü, her seyi isittigini, duydugunu, her seye gücünün yettigini, her seyi yaratanin O oldugunu ..Kisacasi, her türlü eksiklikten uzak oldu?unu ve her türlü eksiksizlik özelligine sahip oldugunu kabul etmek ve buna yürekten, tereddütsüz bir sekilde inanmak; ergenlik çagina ulasmis her akil sahibine farzdir. 2. Meleklere Iman: Allah’in yarattigi seyler, gözümüzle gördüklerimizden ibaret degildir. Göremedigimiz ve hakikatlerini bilemedigimiz ruhani ve nurani varliklar da vardir. Meleklerde bunlardandir. meleklerin varligini peygamberler ve ilahi kitaplar haber vermektedir. Bu sebeple onlari inkar etmek , Peygamberleri inkar etmek gibidir. Melekler yaratilisi, insanlarinkine benzemez. Onlarda yeme, içme, erkeklik, disilik gibi özellikler yoktur. Günah islemezler, Allah’in kendilerine verdigi görevleri yaparlar. Sayilarini Allah’tan baska kimse bilmez. 3. Kitaplara Iman: Allah, insanlara dogru yolu göstermek, onlari dünya ve ahirette mutlu kilacak ilkeleri bildirmek, akillariyla cevaplarini bulmalari imkansiz bazi konularda onlari aydinlatmak üzere Peygamberler göndermistir. Bu peygamberlerden bazilarina insanlara teblig edilmek üzere yol gösterici kitaplar indirilmistir. Allah Teâlânin Kitap göndermesi, sahifeler halinde baslamistir.Ilk sahifeler, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’e gönderilmistir. Sayilari henüz son derece sinirli olan, hayatlari ve iliskileri henüz kompleks hale gelmemis o zamanin toplumlarinin ihtiyacinin görülmesinde bu sahifeler yeterli olmaktaydi. Peygamberlerin getirdigi esaslarla ve bu esaslarin Isiginda insan aklinin faaliyetleriyle uygarlik ilerledikçe, insanlarin hayat ve iliskileri daha kompleks hale geldikçe Allah Teâlâ da daha kapsamli sahifeler ve kitaplar göndermistir. Ilahi kitaplar son kitap Kur’an-i Kerim’le zirveye ulasmis ve Kur’an-i Kerim ilahi korumaya alinmistir. Artik bundan sonra ilahi kitap gelmeyecek ve Kur’an-i Kerim kiyamete kadar insanligin rehberi olacaktir. Tevrat Hz. Musa’ya, Zebur Hz. Davut’a, Incil Hz. Isa’ya indirilen büyük kitaplardir. Müslüman, Allah tarafindan Peygamberlere indirilen kitaplarin hepsine inanir. Ancak bu kitaplardan, Allah’in indirdigi gibi hiç bir harfi bile degismeden günümüze kadar ulasan yegane ilahi kitap, sadece Kur’an-i Kerim’dir. Digerleri ise ya tamamen kaybolmus veya insanlar tarafindan degistirilmis; böylece asli sekillerini kaybetmislerdir. Bu yüzden bugün Kur’an-i Kerim’in disinda elde mevcut bulunan diger ilahi kitaplarda yer alan sözlerden hangilerinin Allah’a ait oldugu, hangilerinin ise insanlar tarafindan bu kitaplara sokuldugunu ayirdetmek mümkün degildir. Zaten Kur’an-i Kerim indirildikten sonra ilahi kitaplara ihtiyaç kalmamistir. Artik onlarin hükmü sona ermistir. Çünkü, yukari da da belirttigimiz gibi Kur’an-i Kerim, diger kitaplarinda ihtiva ettigi Allah’in birligine Peygamberlerine, kitaplarina, meleklerine, ahiret gününe iman; canin, malin, neslin, aklin ve dinin korunmasi gibi hak dinin temel esaslarini yeniden ve en mükemmel bir sekilde ortaya koymus, daha önceki kitaplarda da yer alan gerçekleri tasdik etmis, tahrif edilen hususlarin dogrusunu açiklamistir. 4. Peygamberlere Iman: Yüce Allah, insanlara kendi içlerinden seçtigi son derece yetkin insanlar araciligiyla dinini bildirmistir. Bu kimselere "peygamber" denir ki Allah ile kullari arasinda bir elçi demektir. Peygamberlik, Allah’in insanlardan diledigine verdigi bir görevdir. Çalismakla elde edilmez. Ilk Peygamber Hz. Adem son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) dir. Bu ikisinin arasinda pek çok peygamber gelip geçmistir. Sayilarini Allah’tan baska kimse bilmez. Bunlardan bir kisminin adi Kur’an’da geçmektedir. Her millete kendi diliyle konusan peygamberler gönderilmistir. Peygamberler de insandir. Bu bakimdan yeme, içme,uyuma, dinlenme,evlenme, hastalanma gibi beseri hususlarda diger insanlarla aralarinda bir fark yoktur. Bunlar peygamberler için bir eksiklik degildir. Ancak hepsinde mutlaka bulunmasi gereken ortak nitelikler sunlardir. Sidk (dogruluk), emanet (güvenilir olma), fetanet (çok zeki ve akilli olmak), teblig (bildirmekle yükümlü bulunduklari hükümleri insanlara anlatmak). Peygamberlerin , peygamberligini insanlara anlatmak için Allah kendilerine mucizeler vermistir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’e de böyle pek çok mucize verilmistir. Fakat O’nun en büyük ve sürekli mucizesi, hiç süphesiz ki Kur’an’dir. 5. Ahiret Gününe Iman: Allah’tan baska hiç bir varlik kadim ve ezeli degildir. Hepsi de Allah’in yaratmasiyla sonradan meydana gelmistir. Sonradan yaratilan seylerin bir de sonu vardir. Çünkü Allah’tan baska hiç bir sey ebedi ve baki degildir. Dünyanin da sonunun gelip düzeninin alt üst olmasindan yani Kiyametin kopmasindan sonra Allah’in emriyle bütün canlilar tekrar diriltilecektir. Buna öldükten sonra tekrar dirilme denir. Insanlar dünyada yaptiklari seylerden sorguya çekilecek, hakli haksiz ayirt edilecek, kimin kimde hakki varsa alinacak, herkes dünyada yaptigi iyilik ve kötülügün karsiligini mutlaka görecektir. Iste bütün bunlara inanmak da iman esaslarindandir. 6. Kadere Inanmak: (Hayir ve Ser; her seyin Allah’in takdiri ve yaratmasiyla olduguna) inanmak. Kader, Allah Teâlânin, ezelden ebede kadar olacak her seyi en ince ayrintilariyla bilip takdir etmesidir.Allah kullarina hayri da serri de serbestçe seçebilecegi bir irade vermistir. Insan iyiligi veya kötülügü kendi seçer. Onun seçtigini de Allah yaratir. Ancak, Allah Teâlâ, kulun kötülügü seçmesine razi degildir. Bu yüzden kullar kendi seçimlerine göre karsilik göreceklerdir. Iste, hayir ve ser her seyin Allah’in yaratmasiyla meydana gelmesinin anlami budur. Buna da inanmak iman esaslarindandir. Ibadetler: Namaz: Namaz, müslümanin günlük ibadetidir. Iman ettikten sonra müslümanin, yerine getirmekle yükümlü bulundugu farzlarin basinda gelir. Namaz, insani kötülüklerden uzaklastirir, manen olgunlasmasini saglar, ruhi melekelerini gelistirir, günahlardan arindirarak manevi huzura kavusmasini temin eder. Allah’a manen yakinlasmanin en önemli vasitalarindan biri olan namaz, Allah’in rizasini kazandirir. Günde münferit olarak veya cemaatle bes defa kilinan namaz, insana daima Allah’i hatirlatir. Müslüman, safak vakti kalkar ve ilk önce sabah namazini kilmak suretiyle Allah’i anarak güne baslar, gün ortasinda ögle namaziyla yine O’na yönelir, dünya mesgalelerinin kendisini iyice yordugu bir vakitte ikindi namaziyla yaraticisini unutmadigini gösterir, aksam namaziyla Allah’la olan ahdini yenileyerek gününü bitirir ve nihayet uykuya yatmadan önce tekrar Allah’in huzuruna durmak suretiyle O’nun yardimini dilemeyi unutmaz. Cuma günleri cemaatla kilinan Cuma namazi ile yilda iki defa dini bayram günlerinde kilinan bayram namazlari, müslümanlara, hep birlikte Allah’in huzuruna durma imkani verir. Böylece müslüman, bir taraftan dünyadaki islerini yürütürken öbür taraftan yaraticisiyla irtibatini asla kesmez, O’ndan uzaklasmaz, dünya ahiret dengesini saglamis olur. Abdest: Namaz kilabilmek için abdest almak sarttir. Abdest, yüzü dirseklerle beraber elleri yikamak, islak elle basi mesh etmek, topuklarla beraber ayaklari yikamaktir. Aslinda manevi bir temizlik olan abdestin maddi temizlik açisindan da büyük faydalari vardir. Gusül: Gusül, agiz ve burnun içi dahil hiç kuru yer kalmamak üzere tepeden tirnaga vücudun her tarafini yikamaktir. Cinsel iliskide bulunmus olanlarin, adet ve lohusalik halleri sona ermis bulunan hanimlarin gusül yapmalari gerekir. Ayrica en az haftada bir defa her müslümanin yikanmasi dini bir tavsiyedir. Islâm dini, temizlige büyük bir önem vermistir. Peygamberimiz: "Temizlik imanin yarisidir." buyurmustur. Müslümanin her seyiyle tertemiz olmasi, dini görevlerindendir. Bedenin, elbisesinin, oturup kalktigi ve ibadet ettigi yerlerin, yiyip içtigi seylerin temiz olmasi gerekir. Oruç: Niyet ederek tan yerinin agarmaya baslamasindan aksam günes batincaya kadar yeme içme ve cinsel iliskiden uzak durmak suretiyle tutulan orucun dinî ahlakî, sosyal ve sihhî bir çok yararlari vardir. Oruç tutan kimse sabretme, sikintilara gögüs germe, açliga susuzluga dayanma ve nefse hakim olma melekesi kazanir. Fakirlik ve yoksullugun ne demek oldugunu daha iyi anlar. Bunun sonucu olarak, sefkat, merhamet, baskalarina yardim etme ve insanlara faydali olma gibi yüce duygular kazanir. Elindeki nimetlerin kadrini bilir, israftan sakinmayi ögrenir. Insanin manen yükselmesini saglayan oruç, kisinin iradesini güçlendirir, baskalarina karsi, sevgi, merhamet ve yardim hislerinin gelismesini temin eder. Akil sahibi ve erginlik cagina gelmis her saglikli müslümanin tutmak zorunda oldugu oruç, bir aydir kamerî aylardan Ramazan ayinda tutulur. Zekat: Zekat, dinen zengin sayilan erginlik cagina gelmis akil sahibi müslümanlarin, mallarinin belli bir miktarini ki genellikle % 2,5 diger bir ifade ile kirktabirini seneden seneye fakir müslümanlara vermesidir. Zekat, sözlükte temizlik ve artma anlamlarina gelir. Çünkü günahlardan temizlenmeye ve malin bereketlenmesine vesiledir. Islâm, yoksula yardimi kisinin istegine birakmayarak zengin olan herkesin zekat vermesini zorunlu kilmistir. Çünkü zekat, Allah’in zenginlere ihsan ettigi malda, fakirlerin hakkidir. Zekat, Allah’in rizasini kazandiran, kisinin anlayisinda, malin, araç olmaktan çikarak amaç haline gelmesini önleyen, insanda baskalarini düsünme, merhamet ve iyilik gibi güzel duygulari gelistiren ve toplumsal barisi saglayan bir ibadettir. Hac: Islâm’in esaslarindan biri olan Hac, hac günlerinde Kabe’yi ve etrafindaki bazi kutsal yerleri usûlüne göre ziyaret ederek buralarda yapilmasi gerekenleri yerine getirmektir. Gücü yeten her müslümana ömründe bir defa hac yapmak farzdir. Hac; her yil, dilleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri farkli, fakat hedef ve gayeleri ayni milyonlarca müslümanin bir arada, hep birden ibadet edip Allah’a yönelmelerini, birbirleri ile tanisip kaynasmalarini, müslümanlarin dertlerini görüsüp ortak çareler üzerinde düsünmelerini saglar. Hac ibadeti esnasinda günlük giysilerinden soyunup ihrama giren müslümanlar, zenginlikle böbürlenmemeyi, insanlar arasindaki esitligi, ölümü ve öldükten sonra dirilisi unutmamayi fiilen yasar ve ögrenirler. Ihramli için konulan yasaklar, hiç kimseye, hatta haserelere bile zarar vermeme, yaratiklara sefkat ve merhamet, zorluklara sabretme melekesi kazandirir. Böylece Hac farizasini eda eden kimseler, Allah’a kulluk vazifelerini ifa etmis olduklari gibi çevresindekilere yararli olma, hiç degilse zarar vermeme aliskanligi kazanmis olur. [ ISLAM'A GIRIS ] Islâm’a giris, imanla gerçeklesir. Iman, Allah Teâlânin Hz.Muhammed'e indirdigi, o'nun da insanlara teblig ettigi kesin olarak belli olan seylerin tümüne tereddütsüz inanmak ve onaylamaktir. Imanin temelini, iste bu kabul ve onaylama olusturur. Müslüman olmak isteyen kisi bu kabul ve tasdikini "Sehadet ederim ki, Allah’tan baska tanri yoktur ve yine sehadet ederim ki Hz. Muhammed O'nun kulu ve elçisidir" mealindeki "Eshedü en la ilahe illallah ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh" cümlesiyle açiklar. Bu cümleye "Kelime-i Sehadet" denir. Iman, bilerek, isteyerek benimseyerek inanmaktir. Bir kimse kalben inanmadigi halde diliyle bu cümleyi söylese iman etmis olmaz. Kelime-i sehadeti söyleyen kimse, son ilahi kitap Kur'an-i Kerim'i bütünüyle benimsemis ve Allah’in son peygamber Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla bildirdigi, Onun da insanlara teblig ettigi her seyi tamamen kabul etmis demektir. Bu sebeple Allah’in varligina ve birligine imanin yaninda; meleklerin varligina Allah’in gönderdigi kitaplarin gerçek olduguna, peygamberlere, Ahiret gününe her seyin Allah’in takdiriyle meydana geldigine, kisacasi Kur'an-i Kerim'in ve peygamberimiz Hz. Muhammed'in kesin ve net olarak bildirdigi seylerin hepsine inanmak imanin sartidir. "Kelime-i Sehadet" bütün bunlari topluca kabul ve tasdik etmeyi ifade eden bir anahtar cümledir. Bu yüzden Kelime-i Sehadet, Islâm’a giris sözlesmesi yapmak gibidir. Bu sözlesmeyi yapan insan, Allah'a büyük bir söz vermis, O'nun emirlerini tereddütsüz bir sekilde kabul edip yerine getirmeyi,yasaklarindan kaçinmayi benimsemis olmaktadir. Kelime-i Sehadeti söyleyerek yaptigimiz sözlesmeye bütün mahlukat sahit oluyor. Sayet bu sözlesmeyi bozarsak, sözümüzden döndügümüze sahit olan veya bu sözlesmeye aykiri hareket ettigimize tanik olan yeryüzündeki ve gökyüzündeki her sey Allah’in huzurunda aleyhimize sahitlik edecektir. Ayrica, bu sözlesme ile müslüman toplumun bir ferdi haline gelmis oluyoruz. Müslümanlarla evlenme, zekat alma, verme, müslümanlarla her türlü dayanisma bu sözlesmenin kapsamina girmektedir. Iman etmek için kimse zorlanamaz. Islâm’a girmek isteyen kendi istegiyle girer. Iman etmeden önce arastirma yapilabilir, kafada olusan her türlü tereddüt ve süphenin cevabi aranabilir. Ancak iman ettikten sonra iyi bir mümin, iyi bir müslüman olabilmek için kalpten her türlü tereddüdü söküp atmak gerekir. Çünkü imanla tereddüt bir arada olmaz. Bu yüzden iman, insanin kalbinin derinliklerine öylesine kök salmali ki onu Islâm’a aykiri davranislardan alikoymali, onun zihniyetinin, ahlakinin ve davranislarinin Islâm’a göre sekillenmesine imkan vermeli. Islâm’a girmek için herhangi bir araciya ihtiyaç yoktur. Bir kimse yukarida belirttigimiz hususlara inanmak suretiyle kendiliginden Islâm’a girebilir.Bu hususta baskalari kendisine ancak bilgi vererek yardimci olabilirler. Islâm’a giren kimse kendisine, tam bir inanç berrakligi kazandiracak kaynaga ulasmis olmaktadir. Böylece önemli bir inanç degisiminden sonra ilk firsatta bir de gusül (boy abdesti) alinmalidir. Gusül ilerde tarif edilecektir. ______________________________________________________________________ DUANIN GÜCÜNÜ DENEYİN Dua, büyük bir enerji kaynağıdır. Nasıl çeşitli teknik ve yöntemler kullanarak; örneğin, atom enerjisi ortaya çıkarabiliyorsak, dua ederek de ruhsal enerjiyi ortaya çıkarabiliriz. Bu enerjinin olumlu etkileri hemen her zaman görülmektedir. İnsanlar duanın kişisel yetenekleri geliştirdiğini anladıkları için daha çok dua ederler. Dua onların içindeki gücü ortaya çıkararak kendilerine daha güvenli bir insan olmalarını sağlar. Dua doğru hareket etmek için insana yol gösterir. Bilinçaltınızdaki derinliklere iner ve oradaki saklı olan gücü ortaya çıkarır. Bu gücü ortaya çıkaracak yöntemler ise; a. Sorunlarınızı anlatın, b. Çözüm yolarını gözünüzde canlandırın, c. Büyük bir istek ve gayretle bu sorunları çözmeye çalışın, çoğu kez sorunların üstesinden gelmeyi başardığınızı göreceksiniz. Herbiri gökteki yıldızlar gibi olduğu bizzat Peygamberimiz Efendimiz (S.A.V.)’in beyanı olan Sahabe-i Kiram Efendilerimiz Rasûlüllah’tan aldıkları ışığı bize yansıtan nurlardır. İşte onlardan biri de Zeyd bin Erkâm (r.a.) hazretleridir. O (r.a.), Rasulullah’ı şöyle anlatır: Rasûlüllah (S.A.V.) çok dua ederdi. Şu duayı bizzat O’ndan defalarca duydum: “Ya Rabbî!.. Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, bunamaktan ve kabir azabından Sana sığınırım... Ya Râbbî!.. Nefsime takvasını ver. Onu günah kirinden temizle. Onu temizleyecek olanın en hayırlısı Sensin. Ruhumun velisi ve Mevlâsı da Sensin... Ya Rabbî!.. Faydasız ilimden, korkusuz kalbten, doymayan nefisten ve kabul olunmayacak duadan Sana sığınırım...” (Tirmizi, Da’avat 69. Nesâi, İstiaze 13.) Müslüman kardeşim! Kur’ân-ı Kerim’de dua ile ilgili ayetler 200 civarındadır. 100’den fazla ayette peygamberlerin, diğer sâlîh insanların veya toplulukların dualarından bahis edilmiştir. Enes bin Mâlik (r.a.)’in beyanına göre Peygamberimiz (S.A.V.) dua ederken en çok Bakara Suresi’nin 201’inci ayetinde geçen: “... Ey Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver; bizi Cehennem azabından koru” mealindeki cümleyi tekrar etmişlerdir. (Buhari, Da’avat 55. Müslim, Zikir 23.) Dua konusu, hadis-i şeriflerde de önemli yer tutmuştur. Hadislerde, ayetlerde olduğu gibi duanın fazileti, âdâbı, şartları, kabul edilmesi mümkün olan ve olmayan duâlar, dua için uygun zamanlar konusunda bilgi verilmiştir. Hz. Aişe (r.a.) anamızın beyanına göre, Rasûlüllah’ın duaları özlü ve kapsamlı idi. Çoğunlukla da içtimai ve ahlâki hedeflere yönelikti. Sosyal bünyede görülecek ayrılık ve anarşi, insanın şerefini düşüren cimrilik, korkaklık, tembellik, nefse tâbi olmak, kötü huylar, fakirlik, zenginlik veya ihtiyarlığın yol açacağı ahlâki çöküntü Efendimiz aleyhisselât-u vesselam’ın en çok sakındığı durumlardır. (Müslim, Zikir 73.) Yukarıda naklettiğimiz duasında görüldüğü gibi Efendimiz (S.A.V.) bu meşhur duasında, insanın ahlâk ve ruh sağlığının korunmasına ne kadar önem verdiği dikkat çekicidir. Dua, insanın aczini ve ihtiyacını Allah’a arz etmesidir. Bundan dolayı duâ, büyük bir kulluk makamıdır. Mü’minlere düşen görev bu makama erişip oradan istifade edebilmektir. Bu makamı sezmek ve o yüceliğe yükseliş yollarında ilerlemek isteyenlerin bunun yolunu yordamını bilmeye ihtiyaçları vardır.

 
 

 

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol